9 Mayıs 2015 Cumartesi

Cennet Yansıması Bozcaada'dan Bir Parça: Ada Ekmeği

Canı hiçbir şey yapmak istemeyen, elini kolunu kaldırmaya dahi dermanı olmayan, miskinlikten öleyazan blogger'ınız(!) Fahrizmirli'den herkese merhabalar!

Ne uzun bi' ara vermişim yahu...
Yok ama şimdi -miş'li eklerle olaydan haberim yokmuş gibi de konuşmayayım, gayet farkındayım nicedir yazmadığımın... Çünkü girizgahta da belirttiğim gibi bir şeyler yapmaya ne halim var ne de vaktim. Tamam, aslında dürüst olmak gerekirse hevesim olsa ne yapar eder vakit yaratırım ama işte bi' garip hallerdeyim ve bunun sıradan bir bahar yorgunluğu olmasını umuyorum.
Neyse, bu kadar durum bildirimi yeter, şimdi asıl konumuza gelmek isterim...

Instagram kullananlar belki bilirler, hayatının geri kalanını doğal ekmek yapmaya adayan biri var oralarda; Ali Bey, instagram adıyla @alishiro. Onun bu yoldaki hikayesi hem çok tanıdık, hem de çok uzak gibi bize... Yani aslında, pek çok kişi gibi, benim de içten içe istediğim ama cesaret edemediğim bi'şey yapmış Ali Bey... Metropolden sıkılmış, toplamış tası tarağı kendini Bozcaada'nın dingin atmosferine bırakmış. Kendisinin adına konuşup, güzel hikayesini acemi kalemimle ziyan etmek istemem tabi ama hayatını değiştirdiği bu süreçte bir de "gerçek ekmeği bulmaya" gönül vermiş. Nice araştrmalar, incelemeler, hasbihaller sonucu da ulaşmış emeline, Ada Ekmeği'ni yaratmış.
Ada Ekmeği

Ben de meraklıyım ya böyle şeylere, uzun müddet takip ettim, ekmeği hakkında yazılanları okudum: Herkes daha paketi açmadan eve yayılan muhteşem bir kokudan bahsediyordu... Ali Bey paylaşımlarında ekşi mayadan, taş değirmende öğütülmüş unlardan, atalık tohumlardan ve ille de gerçek ekmekten bahsedip duruyordu. E ben de daha fazla dayanamadım, ekmek siparişimi verdim. (O sürece dair bahsetmem gereken en önemli şey Ali Bey'in -o kadar yoğunluğuna rağmen- ilgili tavrı ve bitmek bilmez maillerime bıkmadan cevap vermesidir.) Uzatmayayım işte, ekmeklerim kargoyla geldiğinde -ki ta Bozcaada'dan ekmek gelmesi de ayrı bir post konusu bence- o yorumlarda bahsedilen şeyi yaşadım; kalın bir koli içinde olmasına rağmen ekmek kokusu dışarıya kadar geliyordu, koliyi açınca eve yayılan ekşi mayanın rayihasından hiç bahsetmiyorum bile... Mest oldum. Ali Bey'in o ekmekleri bebek gibi kundaklamasına hayran kaldım...
Alishiro

Seven vardır, sevmeyen vardır tabi ama böyle geleneksel tatlara meraklı biri olarak Ada Ekmeği'ne bayıldğımı söylemeye gerek yok sanırım. Cevizli dilimleri halis zeytinyağına banıp banıp yemek, yanında bergamotlu çayımı yudumlamak benim için keyfin doruklarıydı... Bu yazıyı da Ali Bey'in emeklerine karşılık naçizane bir takdir olsun diye, bizleri o güzel ekmeklerle buluşturmasına bir teşekkür olsun diye, haberi olmayanlar da bu güzel ekmek hikayesini öğrensin ve sipariş vermeyi düşünüp benim gibi fellik fellik araştıranlara bir fikir olsun diye yazmak istedim.

Bir gün Bozcaada'ya gidip, Patiska Kahvaltısı eşliğinde, Ada Ekmeği'nin damakları şımartan tadına varmak dileğiyle...
Katkısız, gerçek lezzetlerle ve sevgiyle kalın...

29 Aralık 2014 Pazartesi

Selam 2015, Biz Dostuz!

Hatırlayanlarınız olacaktır, 2013'e veda ederken yılın değerlendirmesi tadında bir yazı kaleme almıştım. Bir süre sonra yazıyı blogdan kaldırsam da büyük keyifle dizmiştim kelimelerimi aslında... Yeni yıla üç gün kalmışken, uğruna karşılama yazıları yazdığım 2014 için bir de uğurlama yazısı yazmak istedim.
...

Kimi konularda gelenekselci olsam da, büyük oranda yeni olan her şeyi severim ben, pek çoğunuz gibi... Yeni olan tazedir. Biriktirmemiştir dolayısıyla yorulmamıştır ve temizdir. Umut doludur, güzelliklere gebedir... Her yeni yılı bu yüzden kutlamaz mıyız zaten? İyisiyle kötüsüyle geçen 365 gün vardır, geride bırakmaya hazırızdır çünkü değişen takvim yaprakları gibi yenilenmek isteriz...Yani en azından ben bunu her sene sonunda canı gönülden isterim.

2014 benim için tam anlamıyla 'rüzgar gibi geçti'... Geçen yılbaşı gecesi çektiğim tombala kartındaki rakamları bile hatırlıyorum derken sene bitmiş. Sizler neler yaşadınız, bitsin mi istediniz bitmesin mi istediniz bilmem ama ben pek bir şey anlamadım bu yıldan. Dönüp yazdıklarıma bakınca "aaa bu da bu yıl olmuş" diyorum. Geneli güzel geçen günleri geride bırakmaya hazırlanırken bu aceleci yıldan sizlere bir iyi bir de kötü haberim var:

Önce iyi haber...
2014 için hayatımın miladı diyebilirim. Çünkü öğrencilik hayatım resmen bitti. Kazanmak için çırpındığım üniversite, beş yılda su gibi akıp geçti. Fahri İzmirli kızınız artık Marmara Üniversitesi'nin mezun kadrosunda ve altı ay geçmesine rağmen buna hala inanamıyor. (Hayatımın sonuna kadar okuyacağımı falan düşünüyordum da ben... ^^ ) Allah isteyen herkese nasip etsin. Mezun olmak tatlı bir duygu...

Kötü haber ise sadece bu yıl değil bir ömür boyu tadımı kaçıracak bir konu... Kardeşim dediğim, canımdan bildiğim çok güzel bir adamı kaybettim bu yıl, hem de çok acı bir şekilde. Allah affetsin ama biri vefat ettiğinde hep "Ben dağ gibi babamı kaybetmişim gencecik yaşında, ona mı üzüleyim şimdi yaa." derdim fütursuzca . İşte bu yıl düşünmeden sarf ettiğim, boyumu aşan sözlerin bedelini ödedim ben. Allah ders verdi bana. Sarım'ın, can kardeşimin gidişiyle içim öyle bir düğüm düğüm oldu ki anlatamam! Kabul edemediğim, hatrıma geldikçe yutkunamadığım bir acı daha eklendi içime. Allah Hanifi Ören'i bizden daha çok seviyormuş demek ki erkenden aldı yanına, biraz da siz özleyin dedi bize de. (Bin kere daha mekanı Cennet bahçeleri olsun can kardeşimin.) Allah kimseyi sevdikleriyle sınamasın, çok zor...
...
Bu sene ajandamı pembe seçtim çünkü 2015'in toz pembe tadında geçmesini diliyorum, kendisinden beklentim büyük!


Evet, eski defterleri kapattık.
Önümüzde tertemiz, yeni sayfalar var ve biz ne yazarsak onlarla dolacaklar.
Umarım kalemi elinize aldığınızda sayfalarınıza gözyaşı yerine mutlu kelimeler akar...
2015'in hepimiz için, sevdiklerimiz için, ülkemiz için, tüm dünya için toz pembe tadında geçmesini diliyorum.
Allah kimseyi bu günlerinden geriye koymasın ama daha güzel günleri de bizlerden esirgemesin.
Mutlu yıllar!

Fahrizmirli'den sevgiler ^^





18 Aralık 2014 Perşembe

İlk Yıllar Akıllı Telefonu Ben De Destekledim Ama...

Geçenlerde Nil Karaibrahimgil'in bir yazısını okudum. Ve uzun zamandır benim de hayıflandığım bir konu olan internet / telefon bağımlılığı karşısındaki tutumunu pek beğendim. Oradan aldığım güçle benim de bu konuda söyleyeceklerim var dedim ve yazdım...
...
Bir süre önce kendime bir iyilik yaptım ve telefonumun internet paketini iptal ettirdim. İlerde çok elzem bi'şey olmadıkça da yeniden açtırmayı düşünmüyorum. Çünkü artık her an, her yerden ve herkes tarafından ulaşılır olmak beni yormaya başladı. Aslında iletişim kurmayı da sosyal medyayı da çok severim, zaten işim bu benim. İletişim Fakültesi mezunuyum; iletişim kurmak, konuşmak, anlatmak, yazmak mesleğimin gerekliliklerinden.. Hoş mesleğim olmasa da kendimi bildim bileli severim... Günlük tutarım, ajanda yazarım, işte kimlerin niye okuduğunu bilmediğim bir bloğum var...
Evet severim, sabahlara kadar oturup konuşabilirim ama telefonda değil! Sayfalarca yazarım ama telefona değil! Sevdiğim çok muzdarip bu durumdan mesela... 5 dk.dan fazla konuşunca "Tamam canım hadi kapat, tamam hadi bak ben şişmeye başladım." der kapatırım telefonu. Ya da benim kısa verdiğim cevaplardan kendisi anlayıp "O zaman kapatayım ben" der ve kısa keser telefon muhabbetini. Çünkü o telefon kulağıma yapıştığı an bana bi' sinir basıyor, gerçekten. Gün içinde olan biteni yüz yüze oturup anlatmak varken telefonda bir duyuya seslenerek ne diye anlatayım, bunu ne diye seveyim ayol! ^^
...

Akıllı telefon çıktı doğrudan iletişim bozuldu arkadaş! Artık birbirlerinin gözlerinin içine bakıp saatlerce konuşan insanlar kalmadı, ki iletişimin birinci şartı budur: Biri size bir şey anlatıyorsa göz teması kurup dinlemeniz ona "Sana ve anlattıklarına değer veriyorum, seni önemsiyorum" demenin birincil yoludur. Artık her arkadaş toplantısı kafalar telefona gömülü şekilde geçiyor, yalan mı?


Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi perişan, Maslow'un kemikleri sızım sızım sızlıyor... İlk basamaktaki fizyolojik ihtiyaçların yerini "Pardon WI-FI var mı? WI-FI şifreniz nedir acaba?" soruları alalı çok oldu. Dolayısıyla gidilen mekanlarda yemekler tabaklarda kalakaldı, buz oldu. E yazık oldu!

Sosyal medyada en çok eğlenenlerden biriyimdir. Canım sıkılınca Twitter'dan bir iki cümle yazmayı, Facebook'tan sevdiğim bir şarkıyı paylaşmayı ya da fotoğraflarımı düzenleyip Instagram'a salıvermeyi çok seviyorum! Ama artık yaşam destek ünitesine bağlıymış gibi telefona bağımlı yaşamaktan sıkıldım. İş yerinde bilgisayar başında olduğum süre içinde ilgileniyorum artık sosyal medyayla sonrasında gün benim!
...
Yani diyeceğim, ilk 1 - 2 yıl akıllı telefonu ben de destekledim ama artık herkes o elindeki telefonu sakince masaya bırakmalı arkadaşlar.

Fahrizmirli'den Sevgiler... ^^

(Bu arada Nil Karaibrahimgil'in bahsettiğim yazısını okumak isteyenler şöyle buyurun...)




2 Aralık 2014 Salı

Çeyizlere Katkı: Etamin İşi Havlu Kenarı

2014'ün son demlerinden herkese merhaba,

Nisan doğumlu olduğumdan olsa gerek tam bir bahar insanıyım ben. Bahar ve yaz... Çoğu insan gibi benim de kıpır kıpır, cıvıl cıvıl olduğum zamanlardır. Eve giresim gelmez, sabahtan akşama gezsem yorulmam hatta tatil olsa bile erkenden dikilebilirim ayağa; sabah güneşinin huzurunu kaçırmak istemem. Hele ki İzmir'deysem...

Amaaaa güneşin başka diyarları ısıtmak için gittiği, bizden elini çektiği kış aylarında durum değişiyor. Bende bir miskinlik, bir kalorifer peteğine yapışma hali, bir yataktan çıkmama isteği peydah oluyor ki sormayın. Üç ay evden dışarı çıkmasam, çayım/kahvem ve elbette kitabımla kendimi bir koltuktan diğerine atsam benden güzeli olmaz. (Tam bir Instagram kış kreasyon fotoğrafı betimledim, dikkatinizi çekerim. ^^ )

Neyse ki senelerdir kış aylarında vuku bulan "Bin dönüm bostan, yan gel yat Osman." halimden sıyrılmanın çok tatlı bir yolunu keşfettim de oturma eylemim bir işe yarar oldu. O tatlı yolun kanaviçe olduğunu çoğunuz biliyorsunuz artık sanırım. :) Daha önce kanaviçe nedir, nasıl işlenir, işlenecek malzemeler nereden temin edilir gibi bir yazı yazmıştım. Göz atmak isteyenler Yeni Başlayanlar İçin Çarpı İşi yazımı okuyabilir.

Şimdi, işi bir tık daha ilerletmiş olduğumu belirtip kayda değer şeyler işlemeye başladığımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim sevgili okur. Öyle ki çeyiz yapmaya başladım! ( Evet, zamanında "Ben evlenmem yaa" diye bik bik öten biriydim, evrildim ve oturdum hanım hanımcık(!) el işi yapar oldum. Yakında el işi torbamı kapıp annemle gittiğim komşu meclislerine damgamı vurmayı planlıyorum, du bakalım :) )

Neler mi yapıyorum çeyize? Şimdilik sadece havlu. :) Ucunda kanaviçe işlemek için yerleri olan banyo havluları alıyorum, havlu kenarı motifleri buluyorum ve banyo havlusu işliyorum. Şimdiye kadar iki tane yaptım, üçüncüsü yolda...

Etamin havlularını nereden buluyoruz? Tabi ki Eminönü'den! Tarihi Kürkçü Han'dan alıyorum ben, başka nerelerde vardır araştırmadım açıkçası. Kenarları püsküllü ve püskülsüz, iki alternatifli olarak satılıyorlar. Beyaz, krem, gül kurusu, turkuaz ve cappuccino renk seçenekleri de mevcut. Fiyata gelirsek sadece 6,5 TL. İki üç renkli bir model işlediğimizi düşünürsek iplerle birlikte havlunun 10 TL maliyeti oluyor bizlere. Yani hazır havlulardan çok daha ucuz... İşleme bittikten sonra karşısına geçip eserinize bir bakınca, emeğinizin karşılığını görmeninse bedeli yok, tarifi yok. Evet, emeğimin karşılığını görmeyi çok seviyorum ama umarım bu işi abartmam. "Deli kız bir örnek bulmuş, bütün çeyizini ondan tamamlamış." işine dönmesin sonra, tek çeyiz havludan ibaret olmasın. :)

  
Yaptığımız havluları ve çeyizimizin diğer tüm parçalarını sağlıkla, mutlulukla kullanacağımız günlerimiz, huzurla yaşayacağımız evlerimiz ve en önemlisi bunlara sebep olacak hayırlı eşlerimiz olması dileğiyle...
Sevgiler Fahrizmirli'den... ^^

7 Kasım 2014 Cuma

Görülmemiştir Böyle 'Yüzyıllık Aşk'


Pastırma sıcakları sayesinde yaşama hevesimin yerine geldiği bir cuma gününden herkese selamlar! ^^ Böyle güzel havalarda İstanbul gözüme bir başka görünüyor gerçekten, yani biraz daha çekilebilir oluyor. (Sonra geçiyor tabi) İşte tam da bu sebepten üstümdeki miskinliği atıp bir haftadır yayınlamayı planladığım blog yazımı yazıp, beğenilerinize sunmak istedim.
...

Haberiniz var mı bilmiyorum, İstanbul Modern'de 25 Eylül'den beri bir sergi var; Yüzyıllık Aşk... Adını duyar duymaz insanda görme isteği uyandıran bu sergiye geçen hafta gittim,nihayet. Ve gördüklerim karşısında gerçekten etkilendim. Muhteşem bi' emek, imrenilesi bi' arşiv...
...

Yüzyıllık Aşk, İstanbul Modern'in 10. yılında, Türk sinemasının 100. yılına özel sunduğu bir sergi olup sinemamızı, kurulduğu yıl olarak kabul edilen 1914 tarihinden günümüze kadar -daha çok seyirci gözünden- yansıtma özelliği taşıyor.


Git gide büyüsünü yitirdiğine inandığım sinemanın 'Yeşilçam' yıllarında gördüğü ilgi ve sevgi çok acayip bence. Yani düşünsenize izleyiciler, oyuncuları gerçek gibi algılayacak kadar kaptırabiliyorlarmış kendilerini. Sinemaya girebilmek için mahşeri kalabalıklarda beklenen kuyruklar ya da bir filmi günlerce analiz etmeler... Şimdilerde anılan haliyle 'fan' sevgisi değil bu bana kalırsa, başka türlü bir sevgi. Belki de her şeyin daha anlamlı olduğu ve gizini koruduğu o güzel zamanların bir getirisi... Bilmiyorum. Ama şimdiki 'yavanlığın' o zamanlarda olmamasına bir yandan sevinirken diğer yandan imreniyorum. Kalmadı şimdilerde o derinlik çünkü. Aklımın erdiği kadarıyla 'Yeşilçam' yıllarına götürüyor beni bu sergi, yaşayamadığım yıllara uzaktan bakıyorum gezerken ve içimde güzel hisler uyandırıyor. Sergide sunulan belgelerin kişisel çabalarla arşivlenmiş ve bu proje için bir araya getirilmiş olması ise sergiyi daha da kıymetli yapıyor gözümde.

(Yeşilçam yıllarından kalan bir dergi sayfası... Her hafta dergiye bir sinema oyuncusu konuk olur ve gelen aramaları karşılayarak seyirci sorularına yanıt verirmiş. Bence çok samimi ^^ )






Bu sergide en çok etkilendiğim bölüm Yılmaz Güney için hazırlanan dolap oldu. Üstadın kendi el yazısıyla yazdığı kartları, mektupları görmek beni çok mutlu etti.
      

Aslında çok da anlatıp 'gitmiş kadar olmanızı' istemiyorum. Benim amacım kısa bir ön bilgi vermek. Oraya gidin ve sinema odasına girip çok sevdiğimiz o Yeşilçam filmlerinin en unutulmaz bölümlerini plaklardan izleyin bence. Şayet iyi bir sinema izleyicisiyseniz sizler de bu sergiyi çok seveceksiniz.

                                  

         ( Bana bu klişe fotoğrafı çekmeyi nasip eden Allah'a "şükürler olsun" demek istiyorum :) )

Minik bi' hatırlatma; İstanbul Modern'e gidip Yüzyıllık Aşk'a tanıklık etmek isteyenler için son gün 4 Ocak 2015.
Hazır pastırma sıcakları boy gösterirken bu havaları iyi değerlendirin bence, sonra bir süre daha lahana gibi kat kat giyinmek durumundayız. 
Gidecek olanlara şimdiden keyifli gezmeler diliyorum.
Sevgiler ^^